Sarhoş Olamamış Bir Gencin Karantina Günlükleri
Selam,
Öncelikle kendimi tanıtayım.
Ben insanım.
Yurt dışında bulunduğum sırada patlak veren korona salgını sırasında maddi çıkarlar sebebiyle başladığım yüksek lisans eğitimi sayesinde yurt dışından kurtarıldım. Bir çoğumuz karantinayı bir şekilde delmeyi başardı ama ben onlar kadar becerikli değildim. Şuan beni sözüm ona kurtaranlar tarafından karantinaya alındım.
Karantina şartlarından bahsedecek olursak, yiyip içip, yatmak ve benzeri aktiviteler serbest, tabi tecrit edilmeyi kabul ederek bulunduğun odadan bir adım dışarı çıkmamak şartıyla. Yasak olan şeylerin en başındaysa güneşi görmek, toprağa basmak ve insan türü ile herhangi dilden olursa olsun konuşmak/iletişime geçmek geliyor. Neyse bu şekilde ağlayıp, sızlanmaya hakkım yok çünkü tüm bunları bilerek girdim karantinaya. Toplum, güneş ve topraktan tecrit edilmek ilk günkü kadar zor gelmiyor. Zamanın yokuş aşağı gider gibi git gide hızlandığını hissediyorum. Ama henüz zamanın frenleri tutuyor mu denemeye cesaret edemedim. Bu süreç içerisinde hala özgür olduğum hissine sahibim. Tabi özgür olduğum hissine sahip olduğumu söylerken, penceremin önünde düzenli aralıklarla volta atan bekçi ve jandarmayı belleğimden siliyorum. Bir diğer olumlu durum ise penceremi kilitlerini sökmeyi başarmış olmam. Artık gökyüzüne 90 derecelik açı ile penceremden sarkarak bakabiliyorum.
Karantina sürecinde kendi içsel serüvenimden bahsetmem gerekirse, en güzel tarafı kendimi dinleyebiliyor oluşumdur. Acımasız, tüketim odaklı, hırslı ve olabildiğince hızlı bir hayata alıştıktan sonra insan kendini bir anda inanılmaz yavaş bir hayat ve de karantina ortamında bulunca sersemliyor. Bu sersemlikten henüz kurtulabiliyorum. Belki bu sersemlikten kurtuluyor oluşumun bana fark ettirdiği bir şey de, bu karantina tecrübesinin kötü bir şey değil de iyi bir deneyim oluşudur. Çünkü bir çoğumuz istese de bu deneyimi ömrünün sonuna dek yaşayamayabilir. Ölümün kıyısında gözlerimin önünden hızlıca akacak olan film şeridi bir kaç saniye uzamış oldu.
''Karantinadayken bugüne değin hayatın anlamını gözden kaçırdığınız anları düşünün'' demişlerdi bir kitapta. Hangi kitaptı hatırlamıyorum veba veya körlük kitabın ismi olabilir. Ben de düşünüyorum. Birçok sonuca ulaşıyorum. Hangisi doğru hangisi yanlış bilemiyorum. En sonunda ulaştığım noktada ya tümden inkar ediş veya tümden bir kabullenişe ulaşıyorum. Hayata karşı tüm tekil bakış açılarından vazgeçiyorum. Uzayın kara deliklerinin tekillikleri de dahil. İşte yeniden bir post-modernizm tartışması, karantinada yararsız düşüncelerden vazgeçtim artık. Sonu -izm ile biten tüm fenomenlere diyetteyim bu sefer. Bana bu -izm tartışmaları bataklık gibi hissettirmeye başladı.
-izm bataklığından ustaca sıyrıldıktan sonra şuan tekrar karşıma kendimi alıp, bir yandan konuşup, bir yandan bir dal sigara yakıp, bir yandan da karşımdaki beni 80 yaşındaki ben gibi konuşmaya ve düşünmeye ikna etmeye çalışıyorum. Böylece '' neymiş bu hayatın gözden kaçırdığımız anlamı'' sorusuna akranlarımdan önce cevap bulacağıma eminim. Konuşmaya başlıyoruz;
Ben: Selam beni kırmayıp, seksen yaşındaki ben gibi düşünüp, konuşacağın için sana minnettarım.
80 yaşındaki ihtiyar: Karantina senin için nasıl geçiyor ?
Ben: Çoğunlukla bilgisayar ve telefonla vakit geçiriyorum. Zaman kavramı o kadar yavaşladı ve o kadar değerini yitirdi ki sanki buradan çıkana kadar dünya üzerindeki tüm kitapları okuyup. tüm işlerimi bitirebilecekmişim gibi. Tecrit edilmenin olumsuz etkilerini henüz tam anlamıyla hissedebiliyor değilim. Hafifçe toprağa basma refleksim ve konuşma reflekslerim hareketlenmeye başladı hepsi bu. Sizin sayenizde hayat ve anlam kavrayışımı bir adım öteye taşıyabileceğimden memnunum.
80 yaşındaki ihtiyar: Ben de seninle konuşabileceğim için memnun ve biraz da heyecanlıyım. Bu şansı bana veren karantina uygulayıcılarına ve dünya pandemi ile savaşırken yurt dışına çıkan sana teşekkür ediyorum. Bu durumun seni sorgulamaya ittiğinin farkındayım. Şuan yaşamakta olduğunuz komünal maceranın yoğunluğunu dün gibi hatırlıyorum.Bu güne değin siyasetten, futboldan, sanattan bahsederken bir anda tüm hayatın ve tartışmaların tahmin edilemez bir noktaya gelmiş olması seni şaşırtıyor. Şimdilik seni soru sormaya ve sorgulamaya iten bir şeyle karşı karşıyasın fakat bu durumun asıl etkilerini ileride göreceksin.
Ben: Bana bilmediğim bir şey söyle dedecim. Sen benim hayatımı benden 56 sene fazla yaşadın. Bana yaşadıklarını, gördüklerini, keşkelerini, kaçırdığın fırsatları anlat. Bana zorluklarla nasıl mücadele etmem gerektiğini öğret. Bana şuan ki içine düştüğümüz durumdan nasıl çıktığımızı söyle. Beni Dünya' da bu günden sonra hiç savaş çıkmadığına inandır. Aslında ne soracağımı da bilmiyorum. Daha önce böyle bir deneyimim olmamıştı. İstediğin herhangi bir şeyden bahsedebilirsin.
80 yaşındaki ihtiyar: Seni savaş çıkmadığına inandırmam senin zekana hakaret olurdu. Sen zaten şuan bir savaşın içindesin. Ve bu içine düştüğün savaş savaşların en çetrefillisi olabilir. Aynı anda iki cephede savaşıyorsun. İki düşmanın da görünmez. Aslında iki düşmanında senin içindeler. İlki malum kendi içinde verdiğin biyolojik savaşın. Diğeri ise belleğinde vermiş olduğun savaşım. ''göremediğin düşmana karşı daha önce görmediğin bir kararlılıkla saldırmalısın'' demişti bir general. Ancak bu sözün henüz seninle bir ilgisi yok. Unutma, ünlü filozofun dediği gibi '' aynı nehirde iki defa yıkanılmaz''. Seninde hikayen böyle işte, oraya girdiğin sen ile çıkan sen bir olmayacaksınız.
Ben: Peki virüs ? O da aynı nehirde iki kere yıkanamazsa insanlığın geleceği ne olacak ? Tarih kitaplarında okuduğum kadarıyla, düşman bizi evde tutmak için tedbirler alır ve moralimizi kırarak sindirirdi. Şimdi biz kendi isteğimizle evlerimizin içine sığışarak, dışarıya çıkmamak üzerine önlemler alıyoruz. Şarkı söylemeyi, güneşe selam vermeyi bırakıyoruz. İnsanlığın böyle yaşamayı ne kadar sürdürebileceğini veya buna alışıp, alışamayacağını bilmiyorum. İnsanlarla konuşmadan, onlara sarılmadan, aynı nehirde iki kez yıkanılıp, yıkanılmayacağını öğrenmek için nehire atlamadan yaşamak hakikaten yaşamak mıdır bilmiyorum. Görünmeyen bir düşmana karşı yapılabilecek en doğru şeyin düşmana karşı korkmadan ve akıl ile savaşmak olduğunu biliyorum. Ve de bu savaşın ben de bir parçası olmak istiyorum.
80 yaşındaki ihtiyar: Soğuk savaşın bitmesinden sonra siyasetin kısa vadeli düşünür hale gelmesi ve tepeden tırnağa tüm dünyada kurumların yozlaşması, kapitalizmin vahşileşirken biranda canavara dönüşmesi sağlık sisteminizin de yozlaşmasına sebep oldu tabiki. Artık doktorlarınız para kazanmak için doktor olmaya başladı, hastaneleriniz babadan oğla devir edilen bir borsa senedi haline geldi. Bu bir zorunluluk değildi, kapitalist ekonomi insanların refahı için var diyen ahmaklara inandığınız için bu hale geldiniz. Her biriniz kendi düşmanınızı kendi içinizde besliyor ama ona karşı kullanabileceğiniz en basit silah olan maskeyi dahi kendiniz nasıl yapabilirim bilmiyorsunuz.
Ben: Değerli büyüğüm, acımasızca eleştirdiğin bu sistemi değiştirmek için hiçbir girişimde bulunmadığını varsayarak, size eleştirileriniz için teşekkür ediyorum. Görüyorum ki içinde bulunduğum düzene karşı muazzam bir öfkeye sahipsiniz. Bunu son söylediklerinizden anlıyorum. Size mükemmel düzen hangisidir, nasıl virüsten korunmalıyım veya büyük ikramiye hangi rakamlara çıkacak gibi sorular sorabilirim. Ama ben, sizi buraya çağırma amacım olan soruyu sormak istiyorum. Hayatımın anlamı ne ? Bu soru üzerine şuan şimdi düşünmeyeceksem ne zaman düşünebilirim bilmiyorum.
80 yaşındaki ihtiyar: Senin karantinada ve tecritte olduğunu göz önünde bulundurarak bu sorunu kısıtlı şekilde cevaplamam doğru olur. Bu dönemde seninle sahici bağ kurabilmiş insanların farkına var ve bu bağları geliştir. Aslına bakarsan bu tür kriz dönemleri ideolojik ve felsefi olarak bağ kurmanın imkansız olduğu insanlarla bile bağ kurabilmen için fırsat yaratır insana. Senin de bildiğin gibi zor zamanlardan ve sert rüzgarlardan sapasağlam çıkmanın sırrı iyi atılmış düğümler ve ilmek ilmek emek verilmiş bağlardır. Geleceğe dair kurduğun hayallerine ancak bu bağlar üzerinden ulaşabileceğinin farkına var. Bu güne kadar yaşadığın hayatın boşa harcanan, hayatı ıskalayan zamanlarla dolu olduğunu düşün. Hayatın asıl anlamının dostluk, aşk ve dayanışma olduğuna kendini inandır. Kardeşliği, 71' de Paris Şehrini, Voyager Uzay Aracını, beraber yaptıklarımızı hatırla ki hayatın şiiri bunlardır. Toplumun birbirinden izole olma durumu ağırlaştıkça toplumsal bunalımlar ve bir takım psikolojik sıkıntıların ortaya çıkması doğaldır. Bu durumda görünmez düşmanınıza karşı sizinde görünmez silahınız bu görünmez bağlardır.
İhtiyarla bu konuşmamdan sonra bende çok bir değişiklik olmasa da nehirde iki kez yıkanılmaz doktrinine göre ihtiyarla konuştuktan önce ve sonraki ben aynı ben değilim. Yeni ben bu zor günlerin ancak aşk ve mizah ile aşılabileceğini düşünüyorum. Bu iki olgunun ortak özellikleri sınıf ve mezhep ayrımı gözetmemesidir. Belki biz de buzul devrinde afrikadaki o mağaradan çıkan atalarımız gibi virüsten sonra mağaralarımızdan çıktığımızda hayatın hiçbir şey için takılıp kalınmayacak kadar kısa olduğunun farkına varırız. Ve umarım mağaralarımızda geliştirdiğimiz bu mizah ile yeni bir toplum inşa edebiliriz.
Unutulmamalı 1917 yılında ihtilal olup, Ukrayna' yı almanlar işgal ettiğinde yenilmez görülen almanlara karşı Ukraynalıların kızıl tugaylara katılmasını başlatan akımın öncülüğünü yapan olay Rovno Kasabasında duvara işlenen bir cümlelik mizahtı.
Öncelikle kendimi tanıtayım.
Ben insanım.
Yurt dışında bulunduğum sırada patlak veren korona salgını sırasında maddi çıkarlar sebebiyle başladığım yüksek lisans eğitimi sayesinde yurt dışından kurtarıldım. Bir çoğumuz karantinayı bir şekilde delmeyi başardı ama ben onlar kadar becerikli değildim. Şuan beni sözüm ona kurtaranlar tarafından karantinaya alındım.
Karantina şartlarından bahsedecek olursak, yiyip içip, yatmak ve benzeri aktiviteler serbest, tabi tecrit edilmeyi kabul ederek bulunduğun odadan bir adım dışarı çıkmamak şartıyla. Yasak olan şeylerin en başındaysa güneşi görmek, toprağa basmak ve insan türü ile herhangi dilden olursa olsun konuşmak/iletişime geçmek geliyor. Neyse bu şekilde ağlayıp, sızlanmaya hakkım yok çünkü tüm bunları bilerek girdim karantinaya. Toplum, güneş ve topraktan tecrit edilmek ilk günkü kadar zor gelmiyor. Zamanın yokuş aşağı gider gibi git gide hızlandığını hissediyorum. Ama henüz zamanın frenleri tutuyor mu denemeye cesaret edemedim. Bu süreç içerisinde hala özgür olduğum hissine sahibim. Tabi özgür olduğum hissine sahip olduğumu söylerken, penceremin önünde düzenli aralıklarla volta atan bekçi ve jandarmayı belleğimden siliyorum. Bir diğer olumlu durum ise penceremi kilitlerini sökmeyi başarmış olmam. Artık gökyüzüne 90 derecelik açı ile penceremden sarkarak bakabiliyorum.
Karantina sürecinde kendi içsel serüvenimden bahsetmem gerekirse, en güzel tarafı kendimi dinleyebiliyor oluşumdur. Acımasız, tüketim odaklı, hırslı ve olabildiğince hızlı bir hayata alıştıktan sonra insan kendini bir anda inanılmaz yavaş bir hayat ve de karantina ortamında bulunca sersemliyor. Bu sersemlikten henüz kurtulabiliyorum. Belki bu sersemlikten kurtuluyor oluşumun bana fark ettirdiği bir şey de, bu karantina tecrübesinin kötü bir şey değil de iyi bir deneyim oluşudur. Çünkü bir çoğumuz istese de bu deneyimi ömrünün sonuna dek yaşayamayabilir. Ölümün kıyısında gözlerimin önünden hızlıca akacak olan film şeridi bir kaç saniye uzamış oldu.
''Karantinadayken bugüne değin hayatın anlamını gözden kaçırdığınız anları düşünün'' demişlerdi bir kitapta. Hangi kitaptı hatırlamıyorum veba veya körlük kitabın ismi olabilir. Ben de düşünüyorum. Birçok sonuca ulaşıyorum. Hangisi doğru hangisi yanlış bilemiyorum. En sonunda ulaştığım noktada ya tümden inkar ediş veya tümden bir kabullenişe ulaşıyorum. Hayata karşı tüm tekil bakış açılarından vazgeçiyorum. Uzayın kara deliklerinin tekillikleri de dahil. İşte yeniden bir post-modernizm tartışması, karantinada yararsız düşüncelerden vazgeçtim artık. Sonu -izm ile biten tüm fenomenlere diyetteyim bu sefer. Bana bu -izm tartışmaları bataklık gibi hissettirmeye başladı.
-izm bataklığından ustaca sıyrıldıktan sonra şuan tekrar karşıma kendimi alıp, bir yandan konuşup, bir yandan bir dal sigara yakıp, bir yandan da karşımdaki beni 80 yaşındaki ben gibi konuşmaya ve düşünmeye ikna etmeye çalışıyorum. Böylece '' neymiş bu hayatın gözden kaçırdığımız anlamı'' sorusuna akranlarımdan önce cevap bulacağıma eminim. Konuşmaya başlıyoruz;
Ben: Selam beni kırmayıp, seksen yaşındaki ben gibi düşünüp, konuşacağın için sana minnettarım.
80 yaşındaki ihtiyar: Karantina senin için nasıl geçiyor ?
Ben: Çoğunlukla bilgisayar ve telefonla vakit geçiriyorum. Zaman kavramı o kadar yavaşladı ve o kadar değerini yitirdi ki sanki buradan çıkana kadar dünya üzerindeki tüm kitapları okuyup. tüm işlerimi bitirebilecekmişim gibi. Tecrit edilmenin olumsuz etkilerini henüz tam anlamıyla hissedebiliyor değilim. Hafifçe toprağa basma refleksim ve konuşma reflekslerim hareketlenmeye başladı hepsi bu. Sizin sayenizde hayat ve anlam kavrayışımı bir adım öteye taşıyabileceğimden memnunum.
80 yaşındaki ihtiyar: Ben de seninle konuşabileceğim için memnun ve biraz da heyecanlıyım. Bu şansı bana veren karantina uygulayıcılarına ve dünya pandemi ile savaşırken yurt dışına çıkan sana teşekkür ediyorum. Bu durumun seni sorgulamaya ittiğinin farkındayım. Şuan yaşamakta olduğunuz komünal maceranın yoğunluğunu dün gibi hatırlıyorum.Bu güne değin siyasetten, futboldan, sanattan bahsederken bir anda tüm hayatın ve tartışmaların tahmin edilemez bir noktaya gelmiş olması seni şaşırtıyor. Şimdilik seni soru sormaya ve sorgulamaya iten bir şeyle karşı karşıyasın fakat bu durumun asıl etkilerini ileride göreceksin.
Ben: Bana bilmediğim bir şey söyle dedecim. Sen benim hayatımı benden 56 sene fazla yaşadın. Bana yaşadıklarını, gördüklerini, keşkelerini, kaçırdığın fırsatları anlat. Bana zorluklarla nasıl mücadele etmem gerektiğini öğret. Bana şuan ki içine düştüğümüz durumdan nasıl çıktığımızı söyle. Beni Dünya' da bu günden sonra hiç savaş çıkmadığına inandır. Aslında ne soracağımı da bilmiyorum. Daha önce böyle bir deneyimim olmamıştı. İstediğin herhangi bir şeyden bahsedebilirsin.
80 yaşındaki ihtiyar: Seni savaş çıkmadığına inandırmam senin zekana hakaret olurdu. Sen zaten şuan bir savaşın içindesin. Ve bu içine düştüğün savaş savaşların en çetrefillisi olabilir. Aynı anda iki cephede savaşıyorsun. İki düşmanın da görünmez. Aslında iki düşmanında senin içindeler. İlki malum kendi içinde verdiğin biyolojik savaşın. Diğeri ise belleğinde vermiş olduğun savaşım. ''göremediğin düşmana karşı daha önce görmediğin bir kararlılıkla saldırmalısın'' demişti bir general. Ancak bu sözün henüz seninle bir ilgisi yok. Unutma, ünlü filozofun dediği gibi '' aynı nehirde iki defa yıkanılmaz''. Seninde hikayen böyle işte, oraya girdiğin sen ile çıkan sen bir olmayacaksınız.
Ben: Peki virüs ? O da aynı nehirde iki kere yıkanamazsa insanlığın geleceği ne olacak ? Tarih kitaplarında okuduğum kadarıyla, düşman bizi evde tutmak için tedbirler alır ve moralimizi kırarak sindirirdi. Şimdi biz kendi isteğimizle evlerimizin içine sığışarak, dışarıya çıkmamak üzerine önlemler alıyoruz. Şarkı söylemeyi, güneşe selam vermeyi bırakıyoruz. İnsanlığın böyle yaşamayı ne kadar sürdürebileceğini veya buna alışıp, alışamayacağını bilmiyorum. İnsanlarla konuşmadan, onlara sarılmadan, aynı nehirde iki kez yıkanılıp, yıkanılmayacağını öğrenmek için nehire atlamadan yaşamak hakikaten yaşamak mıdır bilmiyorum. Görünmeyen bir düşmana karşı yapılabilecek en doğru şeyin düşmana karşı korkmadan ve akıl ile savaşmak olduğunu biliyorum. Ve de bu savaşın ben de bir parçası olmak istiyorum.
80 yaşındaki ihtiyar: Soğuk savaşın bitmesinden sonra siyasetin kısa vadeli düşünür hale gelmesi ve tepeden tırnağa tüm dünyada kurumların yozlaşması, kapitalizmin vahşileşirken biranda canavara dönüşmesi sağlık sisteminizin de yozlaşmasına sebep oldu tabiki. Artık doktorlarınız para kazanmak için doktor olmaya başladı, hastaneleriniz babadan oğla devir edilen bir borsa senedi haline geldi. Bu bir zorunluluk değildi, kapitalist ekonomi insanların refahı için var diyen ahmaklara inandığınız için bu hale geldiniz. Her biriniz kendi düşmanınızı kendi içinizde besliyor ama ona karşı kullanabileceğiniz en basit silah olan maskeyi dahi kendiniz nasıl yapabilirim bilmiyorsunuz.
Ben: Değerli büyüğüm, acımasızca eleştirdiğin bu sistemi değiştirmek için hiçbir girişimde bulunmadığını varsayarak, size eleştirileriniz için teşekkür ediyorum. Görüyorum ki içinde bulunduğum düzene karşı muazzam bir öfkeye sahipsiniz. Bunu son söylediklerinizden anlıyorum. Size mükemmel düzen hangisidir, nasıl virüsten korunmalıyım veya büyük ikramiye hangi rakamlara çıkacak gibi sorular sorabilirim. Ama ben, sizi buraya çağırma amacım olan soruyu sormak istiyorum. Hayatımın anlamı ne ? Bu soru üzerine şuan şimdi düşünmeyeceksem ne zaman düşünebilirim bilmiyorum.
80 yaşındaki ihtiyar: Senin karantinada ve tecritte olduğunu göz önünde bulundurarak bu sorunu kısıtlı şekilde cevaplamam doğru olur. Bu dönemde seninle sahici bağ kurabilmiş insanların farkına var ve bu bağları geliştir. Aslına bakarsan bu tür kriz dönemleri ideolojik ve felsefi olarak bağ kurmanın imkansız olduğu insanlarla bile bağ kurabilmen için fırsat yaratır insana. Senin de bildiğin gibi zor zamanlardan ve sert rüzgarlardan sapasağlam çıkmanın sırrı iyi atılmış düğümler ve ilmek ilmek emek verilmiş bağlardır. Geleceğe dair kurduğun hayallerine ancak bu bağlar üzerinden ulaşabileceğinin farkına var. Bu güne kadar yaşadığın hayatın boşa harcanan, hayatı ıskalayan zamanlarla dolu olduğunu düşün. Hayatın asıl anlamının dostluk, aşk ve dayanışma olduğuna kendini inandır. Kardeşliği, 71' de Paris Şehrini, Voyager Uzay Aracını, beraber yaptıklarımızı hatırla ki hayatın şiiri bunlardır. Toplumun birbirinden izole olma durumu ağırlaştıkça toplumsal bunalımlar ve bir takım psikolojik sıkıntıların ortaya çıkması doğaldır. Bu durumda görünmez düşmanınıza karşı sizinde görünmez silahınız bu görünmez bağlardır.
İhtiyarla bu konuşmamdan sonra bende çok bir değişiklik olmasa da nehirde iki kez yıkanılmaz doktrinine göre ihtiyarla konuştuktan önce ve sonraki ben aynı ben değilim. Yeni ben bu zor günlerin ancak aşk ve mizah ile aşılabileceğini düşünüyorum. Bu iki olgunun ortak özellikleri sınıf ve mezhep ayrımı gözetmemesidir. Belki biz de buzul devrinde afrikadaki o mağaradan çıkan atalarımız gibi virüsten sonra mağaralarımızdan çıktığımızda hayatın hiçbir şey için takılıp kalınmayacak kadar kısa olduğunun farkına varırız. Ve umarım mağaralarımızda geliştirdiğimiz bu mizah ile yeni bir toplum inşa edebiliriz.
Unutulmamalı 1917 yılında ihtilal olup, Ukrayna' yı almanlar işgal ettiğinde yenilmez görülen almanlara karşı Ukraynalıların kızıl tugaylara katılmasını başlatan akımın öncülüğünü yapan olay Rovno Kasabasında duvara işlenen bir cümlelik mizahtı.
Yorumlar
Yorum Gönder